28/08/2018
Aidiyetsiz olmanın tadını bilir misiniz? Hiç bir yere ait olamamanın mide bulantısını. Bir kalbe sığamamak, bir kişiye ait olamamak, bu bana ait diyememek ve sonsuza kadar bu şekilde süreceğini bilmek.
Umursamaz tavırların duygusuzluğunda saklamaya çalıştığımız askıda kalmış ruhumuzu, asabilebileceğimizbir gardrop arıyoruz hepimiz biliyorum. Yaşamak için bir anlam bulsak ve peşinde koşsak, kendimizi adasak ona ve unutsak istiyoruz, uzayın sonsuz boşluğunda anlamsızca dolaşan varlığımızı. Yaşamak için neden arıyoruz, küçücük bir dal tutunabilecek ucundan. Hayatın rutin bilinirliği yetmeyecek, aynı heyecanların bayatlığı makbül olmayacak, aynı sabaha uyanıp aynı işe gitmek sana yetmeyecekti. Öteki türlü olamayacaktı çünkü. Gözlerini hayatın akışına kapadığında, kulaklarında şehrin sesini kıstığında, tenine dokunan havayı unuttuğunda, burnuna gelen kokuyu içine çekmediğinde, ağzındaki ekşimiş yalancı tatları tükürdüğünde geriye ne kalırdı ki? Hiç bir şey sadece kapkaranlık koca bir hiç birşey kalıyor geriye biliyorsun. Her zerren yaşamın saçmalığına başkaldırmaya çalışırken, yeni bir heyacanın çekimi dışında uyarılamıyorken, önemsizleşmişken onlar, sadece acıyorsa artık yaşama hevesli yanların, karnına yapışmış bulantından sonra geriye ne kalacaktı? Geriye kalan sadece askıda kalmış bir ruhun can çekişlerinin acizliği olmamalıydı.
Ait olamadın bir türlü. O karşında baktığın bir çift göz hala tanıdık olamıyor sana. Onun dudaklarından dökülen en şairane sözler bile karnındaki bulantıyı hatırlatıyor mu? Ellerini hala avuçlarında ısıtamıyorsun. Sarıldığın bedenin yabancılığı ilk günkü gibi. Vaatleri avutmuyor, bir türlü güvenemiyorsun. Onunla geleceğin hayali umuttan çok kaygıyla mı doluyor içine. Aynı evde, aynı yatakta, bir şehirde, ortak eşyalarla, bir ömür onunla yaşama fikri ürpertiyor değil mi? Bir ömür bir yastıkta kocayamamanın sebebi aidiyetsizliğinde gizli. Sen askıda kalmış ruhunu bir yere sabitleyip, emanet yaşantından vazgeçip, ait olmanın riskine giremezsin. Kaybetmekten delice korkarken, ayrılıklardan yorgunken, hüzünlerden sıkılmışken, böyle delice kaçıyorken, ceketini alıp gitmelerinden vazgeçemezsin. Gerçekten yapamaz mısın?
Askıda kalmış bir yaşantıyla ölümü beklemek asıl komik olandı. Oysa bir çınar gibi aynı toprağın derinliklerine kök salıp asırlarca sabit kalmak vardı. Yanından gelip geçenlerin gölgesini tarih bile unutmaya başlamışken, sen onları izleyip meydan okumalıydın aidiyetsizliği öğrenmiş yanlarına. Yaprakların dökülmeliydi, dalların zamanın karşısında asilce yaşlanmalıydı, gövdene acemi aşıklar isimlerini kazırken, acıyan canına rağmen sabit kalmalıydın. Fırtınayla esen o rüzgarlara bu kadar kapılmasan, derinlere inen köklerin seni tutardı, savrulmazdın. Mevsimler değişti, kuşlar göç etti, soğudu hemen yanın, kimse de uğramaz oldu, kervan yolun ıssızlaştı, yalnız kaldın. Korktun, sen her zaman yalnızlıktan çok korktun. Yalnızlığın sessizliğinde yüzleştiklerinden korktun sen aslında. Bir çınar olmalıydın, sabit, aynı yerde asırlarca yaşlanan. Askıda kalmış ruhunun kaçak yanlarını unuturdun belki o zaman.
Bugün dünden farklı olsun. Mesela üzerindeki kıyafetleri emanet gibi hissetme. Telefon rehberine bir göz atıp sevdiklerinin isimlerini tekrar oku. Kalbini unutmaya zorladığın aşıkların olmuştu ya hani, bugün onları düşünüp aynı acıyı tekrar yaşa. Acı çek biraz, ağla hatta,baya ağla ama, görevmiş gibi değil tüm sefilliği ile salya sümük kalacak kadar ağla. Sokağa çıktığında hayalet yürüyüşlerini durdur, hiç tanımadığın birisine selam ver, kendini tanıt. Ben insanım, şurada oturuyorum, şu ev benim, bu kıyafetlerde, işimde var, sevdiklerimde diye anlat. Bırak deli sansınlar seni. İlk defa bir eşya benim de, bir kişi benim sevgilim de, izin ver de sana ait bir şeyler olsun bu dünyada. Tamda o ozaman yani ait olmayı başarabildiğin zaman askıda kalmış ruhunu asabileceğin bir gardrop bulabileceksin. Gitmeye alışmış göçmen ruhuna kök salabileceğin bir yuva bulma vaktin gelmedi mi?
Uzm. Klinik Psikolog Osman İLHAN
Bi Nefes Psikolojik Danışmanlık Merkezi